Dört Mevsim Mutluluk 

Açık pencerenden sabah, hafif bir esintiyle birlikte odana dolar. Tül perde başının üzerinde oynaşır, dalgalanır, tekrar yerine döner. Tüm amacı seni uyandırmaktır. Davetiyesinin üzerine bir de sabahların o doyumsuz toprak kokusunu, nemli ılıklığını eklemiştir. Çağrının peşi sıra akar gider bedenin, ruhun… Kendini tahta sandalyeler üzerinde, avucunda ince bellinin sıcaklığı, damağında sabah simidinin çıtırlığı arasına sıkıştırılmış kaşar peynirinin tadı, gözlerinde bir sevgili dostun sıcaklığı, deniz dibi çay bahçelerinden birinde bulursun. Dakika hesapları yoktur. Tüm evren o anda, sizin yanınızdadır. Zamanın hakimi olursunuz farkında olmadan. Sohbet çocukluğunun macunları gibi kıvamlanır, renklenir, tatlanır her geçen saniyede. İçin, almış başını gitmektedir hafif titremelerle. Martılar yüreğinde kanat çırpmaktadır. Mutluluk budur! 

Ardınızda kumsalın üzerine bırakılmış iki çift sandalet, iki penye ve paylaşılacak bir havlu kalmıştır. Denizin turkuazı dindirmez maviye duyulan özlemi.. Derin maviler çeker, lacivertler el eder. Bir kulaç, bir kulaç daha… En yakın kıyı yüzlerce metre ötededir artık. Siz kaybolmuş bir dünyanın kayıp iki gezgini… Yaşamın tüm hır gürünü yıkarsınız dingin sularda. Kirli çamaşırlardan elinizde kalan dostluktur, hoşgörüdür, sevgidir. Zaman durur. Sözcükler üşüşürler. Dört kişilik bir ailenin yıllık kelime harcamasını katlar geçersiniz bir saatlik deniz ortası söyleşisinde. Paylaştıkça güzelleştiğini fark edersiniz yaşamın ta kendisi olan o anların. Mutluluk budur! 

Yılların alışkanlığı ile posta kutusuna uzanır elin. Telefon faturaları, kredi kartı ekstrelerinin arasına beyaz bir zarf sıkışmıştır. Elin nedenli-nedensiz ilk ona uzanır. Üzerindeki, kargacık burgacık, mürekkebi sevgi olan yazı, uzanır, yüreğini kavrar. İçin gün doğumu gibi aydınlanır. Sanki zarf şeffaftır. Yazılanları açmadan da okuyabilirsin : “Sevgili Ayci, seni çok özledim. Biliyor musun yanına gelince ilk ne yapacağım? Sana sarılacağım, çok hem de çooooooooooook…” Çiçek resimleri, kalpler kenarlarda. Mutluluk budur! 

Tahlil sonuçlarını alma vakti gelmiştir. Merakın koşar adım giderken, ayakların geri geri gidiyordur. O bir yığın Latince kelime arasından gerçeği anlayıp anlayamayacağını sorgularsın. Beynin ve kalbin içerde kıyasıya savaşmaktadır. Hangisinin galip geleceği umurunda bile değildir. Hemşirenin gözlerinden bir şeyler okumaya çalışırsın. Mimiklerini incelersin. Zarf, elinde elektriğe çarpılmış gibi titremektedir. Parmakların hissizleşir. Harfler bir görünüp, bir kaybolmaktadır : “Negatif”. “Negatif ne demek?” diye sorarsın. “Temiz!” O an sanki içine çektiğin nefesin tatlı bir lezzeti vardır. Renkler parlaklaşmış, ayağına sürünen pis sokak kedisi samur tüylü olmuştur. Biraz önce işitmediğin melodilerle dolar kulakların. Mutluluk budur! 

Telefon ısrarla çalmaktadır. “Artık kapanacak herhalde!” dediğin anda son bir gayretle ahizeyi kaparsın. “Alo?” “Alo sevgili dostum. Geçen gün haberlerini aldım. Koşmak sana yaraşıyor. Devam dostum, devam! İyi ki varsın.” Asıl sen iyi ki varsın sevgili dostum, asıl sen. Mutluluk budur! 

Buzdolabının kapağına uzanırsın. Sıcak, alnından, damarlarından, beyninden fışkırmaktadır. Birkaç saniye buzdolabının serinliğinde kendine gelmeye çalışırsın. Önce bardağını doldurursun soğuk suyla. Ardından sebzelikten bir domates alırsın en kırmızılarından, en irilerinden. Evin en fazla esen yerine, iki pencere arasındaki koltuğuna gömülürsün. Biraz tuz, bir ısırık domates. Biraz tuz, bir ısırık domates… Ardından buzzz gibi bir su. Domatesin, suyun ve tuzun olduğu için ve bundan tat alabildiğin için şükredersin. Mutluluk budur! 

Mevsim bahardır. Evlerin içlerine çiçek kokuları öbek öbek dolmaya başlamıştır. Hani elini uzatsan, kokuları birbirinden ayırabilirmişsin gibi gelir. Bu yasemin, bu ılgın, bu bu… Bunu hatırlamıyorum işte. Her şeyi başaracağın hissini de beraberinde doldurur içine bahar. Yürümek istersin. Sanki adımlarsan yolları, anlar uzayacaktır, doygunluk hissin artacaktır. Yolların bir bilinmez yerinde yağmur atıştırmaya başlar. Kaçmak mı? Asla! Yüzünü çevirirsin gökyüzüne. Yüzüne yüzüne gelir her damla. Yağan her damlayla birlikte arınırsın. Bir parçan daha çocuk masumiyetine kavuşur. Yağmur görevini yapıp da elini eteğini çekiverdiğinde, ardında izini bırakır, o ciğerlerini baştan çıkartan toprak kokusunu. Adeta içersin o kokuyu. Mutluluk budur! 

Mevsim sonbahardır. Üzerinde balıkçı bir kazak, ayaklarında yarım porsiyon botların nereye varacağını hesap etmeden, hani öylesine ağaçların altına altına yürümeye başlarsın. Ayakların birer süpürge, yaprakları savurursun sağa sola. Çıtır çıtır olanlarını da kırılgan dokunuşlarla ayaklarının altındaki senfoniye dahil edersin. Uzaklara daldırırsın gözlerini, ağaçların birleştiği o en son noktaya. Kırmızı, turuncu, kahverengi, sarı. O birbirinde eriyen yoğunlukta sen de kaybolursun. Renk olursun, ses olursun, ümit olursun geleceğe doğru. Mutluluk budur! 

Mevsim kıştır. Kar olarak dönmüştür geriye toprağın suyu. Akşamın derinliklerinden bir ses uzanır kulaklarına : “Booo…za…” Bir çıngırak etkisi yapar bu senin için. “Haydi, dışarıya çık” işareti. Eldivenlerin, şapkan, tam teçhizat dışarıda bulursun kendini. Ayaklarında gözlerin. Bozulmamış kar alanları keşfedersin. Ve özenle izini bırakırsın dünyaya biraz sonra silinecek olduğunu bilsen de! Yer eğime kavuştuğunda salıverirsin kendini aşağılara, yuvarlana yuvarlana. Artık sen bir kardan adamsındır. Hem de en komiklerinden biri. Mutluluk budur! 

Mevsim yazdır. Arabanın açık penceresinden esen ılık rüzgar yüzünü okşamaktadır. Saçların dağılır özgürce. Güneş içini ısıtır. Biraz daha devam edip, arabayı kenara çekersin. Kendine yeşilliklerin arasından bir yol açıp, derenin kenarına varırsın. “Ayakkabılar fora!” dersin. Paçalarını sıvarsın ve taşların üzerinde dengeni korumaya çalışarak buz gibi suyun içerisinde yürürsün. Ayaklarının uyuşmaya başladığı anı beklersin çıkmak için. Hemen yanıbaşındaki çeşmeden kana kana su içersin. Yüzünü yıkarsın doyasıya. Dayanamaz, bir de başını sokarsın. Suyla tanış olur, dost olur, akraba çıkarsın sonunda. Mutluluk budur! 

Elindeki kitap ufak ipuçları serpmektedir önüne. Sözcükler esaretine ha aldı ha alacaktır. Gönüllü esaretinin başladığını duyduklarını algılamamaya başlayan kulakların haber verir. Başka diyarlardır tanıdığın, bambaşka kişiler tanıştığın. Eller uzanır sana sayfaların arasından. Çekip alıverirler seni yanlarına. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte son cümlelerini getirirsin ve kitabın oyunculuğundan, izleyiciliğine doğru yol alan o keyif ve hüznün kolkola gittiği son hamleyi yaparsın. Bitiriş… Mutluluk budur. 

Fermuarını güç bela kapattığın sırt çantanı bir omuz hareketiyle ve kol gücüyle sırtına alırsın. Sanki zıplayıp da ulaşacakmışsın gibi uzaklara, hafif hafif yaylanırsın yerinde. Yeni yollar beklemektedir seni. Tanışacak yeni insanlar, keşfedilecek diyarlar, deneyimlenecek yaşamlar. Kalbin çoktan adımlamaktadır yolları. O hep senden bir kafa boyu ileride. İlk adım hep tereddütlü olandır. Cesaretle kaldırırsın ayağını. Artık kaçış yoktur. Yolculukların büyüsüne uğramışsındır. O en maharetli büyücülerin bile çözemeyeceği kara büyüye. Bir adım, bir adım daha… Ve yürürsün seni bekleyen uzaklara. Mutluluk budur! 

Peki ya siz? Siz mutlu musunuz? Mutluluk tuhaftır. Hem detaylarda saklanır, hem de öyle ulu orta durur ki, gözümüzün ta içine bakar öyle iri iri açılmış gözleriyle. “Bul beni, al beni” der duyabilenler için dünyanın en tatlı sesiyle. Dostlar, mutluluk işte burada; tam dibimizde. Ben çoktan oturdum. Siz de buyurun yaşam sofrasına!